~26~ Bir dolap, bir manyak, iki genç kız...
2 posters
Kızlar Forumu :: Hobiler :: Kitap
1 sayfadaki 1 sayfası
~26~ Bir dolap, bir manyak, iki genç kız...
~GİRİŞ~
"Eskiden bir efsane anlatılırdı. İçine giren insanı ölümsüz yapan bir evle ilgili… İçine giren insanı sonsuza dek içine hapseden bir evle ilgili...
Söylentiye göre bu evin adı Ölümsüz 13 imiş. Sadece bir şekilde 13 sayısıyla ilgisi olanların fark edebileceği bir evmiş. Bir gün küçük bir kızın topu Ölümsüz 13'ün açık camından içeri kaçmış. Kız korkarak cama yaklaşmış ve başını içeri sokarak topunu aramaya başlamış. O sırada ev onu içine çekmiş ve kız sonsuza dek orada kalmış..."
"Tanrı aşkına ne kadar saçma!" dedi ikizim Samara. Ona tamamen katılıyordum."Macera tutkunu hayalperestlerin yazdığı bir kitap işte!" dedim. Efsaneler diye basmakalıp bir isimle adlandırılmış bu kitabı Samara' yla tavan arasında bulmuştuk. "Tam Amanda' ya göre bir kitap." dedim sessizliği bozarak. Amanda da şu uçarı, maceraperest kızlardan biriydi. Anlattığın bütün gizemli şeylere inanır ve "Bir gün dedektif olup, bunları araştıracağım!" gibi saçma sapan, kendine uygun sözler sarf ederdi. " Bazı insanlar neden böyle şeylerden hoşlanır, onları gizemli bulur bilmem. Biz de mi bir sorun var, ne dersin ikiz?" dedim.
Güldü. "Biz defoluyuz, öğrenemedin mi hala Sam?" dedi. Ben de ona katıldım. Niçin gülüyorduk? Bilmiyordum. "Sanırım çılgın olmak buna denir." dedim ve ikizimle katıla katıla gülmeye devam ettik.
En sonunda gülme krizimiz son bulunca tavan arasını karıştırmaya devam ettik. Bizim küflü tavan arasından bu kadar çok şey çıkacağını tahmin etmezdim.
O sırada Samara' nın tiz çığlığıyla irkildim. Ne olmuştu? Hemen onun yanına koştum. Korkudan tir tir titriyordu. Bana döndü. Yüzü bembeyaz olmuştu. Kekeleyerek "Bayan Caige..." dedi. Onu sarsarak "Samara, ne oldu ikiz? Bayan Caige'e ne oldu?" dedim. Parmağıyla tavan arasındaki küçük dolabı gösterdi. Dolabın kapağını açınca Bayan Caige'in ölü bedeni üzerime yıkıldı. Onun burada ne işi vardı?
~BÖLÜM 1~
Bayan Caige bizim evde aşçılık yapan ihtiyar bir kadındı. Mutfaktan dışarı çıkmayan kendi halinde bir kadın… Ondan kim ne istemiş olabilirdi ki? Tatlı Marrie Caige'e kim düşmanlık besleyebilirdi ki?
İkimizin de aklı almıyordu. Benim de elim ayağım titremeye başlamıştı. Yalnızca 1 gün önce kaybolan Bayan Caige'in cesedinin buradan çıkması... Olacak gibi değildi.
Ne yapmalıydık? Babamı mı çağırmamız gerekliydi, yoksa direk polisi mi aramalıydık? Veya Bay Caige'i aramak daha mı mantıklıydı?
Hayır, hayır. Önce babamıza söylemeliydik. Tam ağzımı açmışken Samara " Samantha, şurada bulduğum şeye bak." diye fısıldadı.
Korka korka elimi dolabın içine uzattım. Orada bir şeyler olduğu kesindi. Onu kavradım ve dışarı çıkardım. Bu şey bir mektuptu ve üstünde şu yazıyordu: "Cyhzehj 26"
Samara mektubu elimden aldı ve üzerini okudu. "Saçmalık!" dedi. Ona mektubu açmasını söyledim. Dediğimi yaptı. Mektupta karışık harfler vardı: "Vğdgkdta löau"
"Neler oluyor bilmiyorum ikiz ama bunlar hiç hoşuma gitmedi, birileri bizimle dalga geçiyor." dedim. Bu mektup çok anlamsızdı. Ve de kafa karıştırıcı. Beni onayladı. "Birinin bizimle korkunç bir oyun oynadığı kesin ikiz." "Ama neden?" dedim. O da bilmiyordu.
"Peki, ne yapacağız?" diye sorarak beni düşüncelerimin arasından çekip çıkardı. "Babamızı çağıralım. O ne yapması gerektiğini bilir." dedim.
Hemen itiraz etti. "Ama ya bunu kötü bir şaka sanırsa? Mektubu gördün, bize inanmayacaktır!" dedi. Beyni sulanmış olmalıydı çünkü saçmalıyordu. Elimizdeki ceset en büyük kanıttı. Onu gördükten sonra bize inanmaması gibi bir olasılık yoktu. "Saçmalama ikiz, herhalde onu bizim öldürdüğümüzü düşünmeyecektir. Cesedi dolapta bulduk!"
Uzun süren bir sessizlikten sonra ikimizde buraya doğru gelen ayak sesleriyle irkildik. Birisi buraya geliyordu. Olanları görecekti ve acilen bir şeyler yapmalıydık...
Buna karşın ikimizde kılımızı kıpırdatmıyorduk, kıpırdatamıyorduk. Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Bir adım, bir adım daha ve sonra kapı aralanacaktı.
Samara bir anda ayağa kalkıp kapının yanına gitti ve bana "Mektubu sakla! Çabuk!" dedi. Sonra da "Baba!" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Bense mektubu hemen döküntülerin arasına sıkıştırıverdim. İkizim öyle bağırınca ayak sesleri de hızlandı ve en sonunda kapı aralandı.
Gelen annem Kathy Sproul'du. Tava arasına girmesi ve Bayan Caige'i görmesiyle çığlığı basması bir oldu. Hıçkırıklar içerisinde babama seslendi: "John, oh John, aman tanrım, hemen buraya gelmelisin." Ve sonra ikimizi tuttuğu gibi yanına çekti. Bize sarıldı ve "Hepsi geçecek meleklerim. Size söylüyorum Samara ve Sam, söz veriyorum hepsi geçecek." diye mırıldanmaya başladı. Hâlbuki bizim buna ihtiyacımız yoktu, avutulmaya ihtiyacımız yoktu.
Tek istediğimiz şey o mektubun bulunmamasıydı. Annemizin kucağından kurtulunca hemen merdivenlere koştuk. Evet, tahmin ettiğim gibi babam geliyordu. Hafif kırlaşmış saçları ve ağzındaki piposuyla tam bir dedektif havası vardı babam John'da.
Samara "Baba, biz, biz dolabı açtık ve..." sonunu getiremedi ve hıçkırıklara boğuldu. Bunlar timsah gözyaşlarıydı. Gerçek değildi ama babamı kandırmaya yetmişlerdi. O da annem gibi bize sarıldı ve "Sakin olun çocuklar, John her şeyi halledecek." dedi. Henüz hiçbir şeyden haberi yoktu. Ne Bayan Caige' den ne de o garip mektuplardan. Hiçbiri hakkında bir şey bilmiyordu. Henüz.
~BÖLÜM 2~
Babam tavan arasına girdiğinde neler olduğunu anlamadı. Cesedi görmemişti. Hemen annemin yanına koştu ve ona sıkı sıkı sarıldı. "Ne oldu Kate? Ne gördün? Bana anlatmalısın tatlım." dedi anneme. Annem de Samara gibi titrek eliyle cesedin olduğu yeri işaret etti. Yüzü bembeyaz olmuştu. Kireç gibi.
Babam tekrar konuştu. "Orada bir şey yok, ben hiçbir şey göremiyorum." dedi. Hepimiz dut yemiş bülbüle dönmüştük. Babam cesedi göremiyor muydu? Ama nasıl? Yerde yatan bembeyaz ölüyü göremiyor muydu? "Baba, orada işte orada, görmüyor musun?" dedim. Hala hiçbir şeyi anlamış değildi. Bana bağırdı: "Bu kötü şakadan hiç hoşlanmadım küçük hanım!"
Ama ben şaka yapmıyordum. Onu orada gördüğümden emindim. Ona dokunmuştum. O şey benim üzerime yıkılmıştı! Ama babam onun olmadığını iddia ediyordu. Bu iş git gide garip bir hal almaya başlamıştı.
Annem, Samara, ben… Hepimiz onu görmüştük. Peki, o zaman babam niçin göremiyordu? Sorun bizde miydi, yoksa babamda mıydı? Hayal gücümüz fazla mesai mi yapmıştı? Bu olanaksızdı. Samara’ yla ben de bu olabilirdi ama annem… Annem hayal görmemişti. O bize inanıyordu.
“Çocuklara bağırmamalısın John! Bayan Caige’in kaybolması bizi etkilemiş olmalı. Haklısın orada ölü falan yok. Sadece biz, sanırım bu işi biraz abarttık ha, ne dersin?” dedi annem. Onun bu sözüyle iyice şaşkına döndüm. Annem de mi bize inanmıyordu? Ama o Marrie Caige’in cesedini görmüştü.
“Anne bize inanmalısınız. O cesedi sen de gördün. Bunu inkâr edemezsin!” dedi ikizim. Onu “Haklısın, İkiz.” diyerek onayladım. Hislerime tercüman olmuştu. O ölü orada yatıyordu, bunu üçümüz de biliyorduk.
Arkamı döndüm. Ne? Şimdi onu ben de göremiyordum. Ortada Bayan Caige’in cesedine benzer hiçbir şey yoktu. Ama nasıl? Daha demin oradaydı. “A-ama…” diye kekeledim. Ceset nereye gitmişti?
Samara da arkasını döndü ve oraya baktı. O şaşkınlığını benden daha belirgin bir şekilde ifade etti. “O ceset buradaydı baba, yemin ederim. Ben şaka yapmıyorum! O lanet olası ceset buradaydı. Şu dolaptan Sam’ in üstüne düştü!” dedi.
“Küçük hanım böyle bir şakayı hala devam ettirdiğin için cezalısın! Burayı toplamayı bitirene kadar buradan çıkmak yok!” dedi babam. Bu düpedüz haksızlıktı. Buradan uzaklaşmaya ihtiyacımız vardı. İkimizde çok korkmuştuk.
Annem yine koruyucu melek görevini üstenmişti. Hemen bizi savunmaya geçti. “Ama hayatım, buradan çıkmaları lazım.” Dedi. Samara onun sözünü kesti. Yüzünde korkudan eser kalmamıştı. Burayı toplamamı istiyorsa yapacağım anne. Boş ver, hem zaten ceset de yoktu burada değil mi ikiz?” dedi. Şimdi de ikizim mi? O cesedi bulan insandı. Herkese bir şeyler oluyordu sanki. Ah bir anlayabilseydim!
Hayatımda yaşadığım en garip olay yavaş yavaş bir kâbusa dönüşüyordu. İstemsiz olarak “Evet, orada ceset yoktu. Biz uydurduk.” dedim. Bunu ben mi söylemiştim? Bana da bir şeyler oluyordu. Sanki birileri beni konuşturuyor gibi hissediyordum. Bir şeyler beni kontrol ediyor gibi…
Ama hala o cesedin var olduğuna inanıyordum. O cesedi ellemiştim ve o soğukluğu hala hissediyordum. Öyleyse onu gördüğümü neden söyleyememiştim?
Babam anneme “Gördün mü hayatım, onlar da suçlarını itiraf etiler.” dedi ve sonra bize dönerek: “Burada işiniz bitene kadar buradan dışarı tek adım atmak yok!” diye bağırdı. Babamın bu huyundan hiç haz etmezdim. Ama el mahkûm dediğini yapacaktık.
Babam odadan çıkınca Samara’ ya: “Onu gördük ikiz, bundan eminim, onu gördük, o şey benim üstüme yıkıldı.” dedim. “Biliyorum, Sam, biliyorum. Ama söyleyemedim, Bir şeyler buna izin vermedi.” dedi. Evet, aynısı bana da olmuştu. Bir şey gerçekleri söylememize izin vermiyordu. “Peki ya kim? Bunu söylememize izin vermeyen kim?” diye sesli olarak düşündüm. Bunun bilimsel bir açıklaması var mıydı? Yoksa tamamen başka bir şeyle mi karşı karşıya kalmıştık? O sırada cesedin geldiği dolaptan tıkırtılar gelmeye başladı. Yine aynı şeyler oluyordu.
~BÖLÜM 3~
İkimiz de tek kelime etmiyorduk. Odadaki tek ses dolaptaki tıkırtıydı. Korkudan yerimize mıhlanmış gibiydik. Tıkırtılar bitene kadar geçen 2 dakikalık süre benim için 2 güne bedel olmuştu.
Tam dolaba yaklaşırken Samara “Burada bekle, bu sefer dolabı ben açacağım.” dedi. İçeriden gelecek şeyi az çok tahmin edebiliyordum.
Samara’ nın yanına gidip arkasında durdum. Dolabın kapağını açtı ve “Aman tanrım!” dedi. Bayan Caige yine oradaydı. Bir mektupla beraber…
Mektubu aldık ve Bayan Caige’i orada bıraktık. Yine aynı yerden gelen mektubu dikkatlice açtık ve içini okuduk. Bu defa aşırı tepki gösteren ben olmuştum. “ Tanrım bu kişi her kimse belasını arıyor!” diye bağırdım. Yine saçmalıyordu: “Vuzeöiö eciyözöiua, yhgpöa.”
Aynı şeyleri görmekten, yaşamaktan bıkmıştım. Samara ise hiçbir şey olmamış gibi kâğıt kalem arıyordu. Ona “Ne yapıyorsun?” dedim. “Ona mektup göndereceğim.” diye yanıtladı sorumu. Bu daha önce aklıma gelmemişti. Evet, o bize bir şeyler yollayabiliyorsa sanırım biz de ona yollayabilirdik.
Her neler oluyorsa bu olayı kimse çözemezdi, bizden başka kimse bunu yapamazdı…
Ama ona ne diyecektik? “Hey, sen, bizi rahatsız etme tamam mı?” Hayır, bu olmazdı. Belki daha resmi bir şeyler gerekliydi. “Sayın isimsiz kahraman…” Saçma, saçma, saçma! Bir cinayet mektubuna böyle cevap verilmezdi herhalde. Samara’ ya sormaya karar verdim. “Ona ne demeyi düşünüyorsun?”.
Birkaç dakika durup düşündü. Sanırım o da bilmiyordu. Sadece aklına gelen bir şeyi uygulamaya çalışıyordu. Plansızca, düzensice…
Sonra aniden yazmaya başladı. O da karışık harfler yazıyordu. “Vuzeua eöa?”
Herkese bir şeyler oluyordu. Aklı başında bir tek ben mi kalmıştım? Ona setçe “Bir açıklama bekliyorum.” dedim. Şaşıp kalmıştı. Benim suçlamama mı yoksa yazdığı şeye mi şaşmıştı bilmiyordum. Birazdan öğrenirdim zaten.
“Sam, nasıl?” diye kekeledi ikizim. Ben cevap vermeden devam etti: “Ben, ben bunu nasıl yazdım? Farklı, tamamen farklı bir şey geçirmiştim aklımdan.”
“Dur bir de ben deneyeyim yazmayı.” dedim ve kalemi elinden aldım. “Ne istiyorsun?” diye yazdım. Daha doğrusu öyle yazdığımı sandım. Yazmayı bitirip de kâğıda baktığımda şunları gördüm: “Aö ueguibdeğa?”
Ben de mi? Anlayamıyordum. Katil bizimle dalga geçmiyor muydu? Ama nasıl? Bu şaşkınlık anı geçince hemen kendimi toparladım ve ikizime emirler yağdırmaya başladım. “Topla kendini ikiz, bu işi çözmemiz gerek. Bize inanacak bir kişi varsa o da Bay Caige’ dir. Şu mektubu ona yollayalım ve burayı toparlayalım. Dışarıya çıkmalıyız ve bu ancak buradaki işimizi bitirmemizle mümkün olabilir.”
“Nasıl yollayacağımız konusunda bir fikrin var mı?” dedi. Hiçbir şeyi bilmediğim gibi bunu da bilmiyordum. Bunu ona açıkça söyledim. “Bilmiyorum ikiz; ama bunu bir şekilde yapacağız.”
“Şu dolabı kullanmalıyız.” dedi. “Ama o dolaptan nasıl yollayabiliriz ki?” diye bir soru yönelttim ikizime. Yine o mucit beynini çalıştırmaya başlamıştı. Onun bu yönü ilk kez bir sorun değil bir yarar sağlayacaktı.
“Önce tatlı Marrie’ yi oradan çıkartmalıyız.” Diye bir fikir ortaya attım. Beni onaylarcasına başını salladı. Hemen dolabın kapağını açtım. Neyse ki Bayan Caige hala orada duruyordu.
Onu oradan çıkarttım ama açıkçası bu pek de kolay olmamıştı. Şimdiki sorunumsa onu nereye saklayacağımdı.
Artık düşünmek istemiyordum. Zaten başım ağrımaya başlamıştı. Bu nedenden ötürü aklıma geleni ikizime sormaya karar verdim. “Onu nereye saklayacağız Samara?” dedim.
Bunu önceden düşünmüştü ki anında cevap verdi. “Bay Caige karısının bedenini göremese bile saklamaktan sakınmayacaktır.” Dedi. Haklıydı. O ne dersen hemen inanan cahil bir adamdı. “Öyleyse Bay Caige’ i çağırana kadar onu şu köşeye bırakıyorum.” dedim. “Peki.” dedi.
Ben bu işi hallettikten sonra Samara “Buldum!” diye bağırdı. En sonunda sevindirici bir haber almış olmak iyi gelmişti.
“Nasıl yollayacağız?” diye sordum. Tipik bilmiş tavrını takındı ve gülmeye başladı. “O buraya nasıl yolladıysa öyle.” dedi. Bu tam bir açıklama sayılmazdı. Çünkü hiçbir şey anlamamıştım…
(Bu bölüm Samantha Sproul’un defterinden değildir.)
O lanet olası dolaptan tıkırtılar geliyordu. Bu iki kız ne yapmaya çalışıyordu? Onu orada bıraksalar olmaz mıydı? Bu işin peşinden niçin koşuyorlardı? Onu neden ailelerine göstermişlerdi. O ölü kadını bırakamazlar mıydı, zaten bir süre sonra kendi kendine çürüyüp gidecekti. Burada yaşamla ölüm arasında kalan diğer insanlar gibi…
Kendisi neden çürümüyordu? Sağlıklı beslendiği söylenemezdi, hatta beslendiği bile söylenemezdi. Öyleyse niçin ölmüyordu, niçin ölemiyordu?
Birçok kez intihar etmeyi denemişti. Kendini asmayı, boğulmayı, bileklerini kesmeyi bile denememişti. Sonuç başarısızdı. Burada, bu evde kendine hiçbir zarar veremiyordu. Burası dünyadan bir yer olamazdı.
Mektubu almışlar mıydı acaba? Onu gerçekten kurtarmak mı istiyorlardı yoksa onu bu iğrenç, lanetli yere sonsuza dek hapsetmek mi? Hiçbir şey anlamamış olma ihtimalleri de vardı elbette. O mektubun içine yazdığı karışık harfleri anlamama olasılıkları yüksekti.
Yavaşça dolabın yanına gitti ve kapağı açtı. Derin bir oh çekti ve mektubu oradan aldı. “Ah şu gençler, mektup yollamak hakkında hiçbir fikirleri olmasa gerek!” dedi sessizce.
Sahi, buraya geleli ne kadar olmuştu? 10 yıl, 20 yıl, 100 yıl… Belki daha fazla bile olabilirdi. İnsanlar mektup kullanmıyorlar mıydı acaba? Neler yaptıklarını hayal etti. Telefon denilen bir şeyin var olduğundan haberi yoktu henüz.
Katlanmış kâğıdı açtı ve okumaya başladı. “Kimsin sen? Ne istiyorsun?” Anlaşılan çocukları korkutmuştu. Bu hiç hoşuna gitmiyordu. Cevap yazmalı mıydı, yoksa onları bir daha rahatsız etmemek en doğrusu muydu?
Hayır, kesinlikle buradan çıkmalıydı. Yazmaya başladı: “Ğkoömö löau lğdkoka ntvkdzkatjt ueguibdğz.” Artık karışık harflerle yazmaya alışmıştı. Hatta böylesi daha rahat oluyordu onun için.
Dolabın kapağını açtı ve bir kez daha mektubu göndermek için işe koyuldu. Buradan kurtulacaktı. Bu sonsuzluk şehrinden bir an önce kaçmalıydı ve bunu yapacaktı…
~BÖLÜM 4~
“Hey Sam! Baksana, neredeyse bitmek üzere işimiz.” dedi ikizim. Evet, gerçekten de bitmek üzereydi ve sonra da cezamızdan kurtulmuş olacaktık. Ama bu tavan arasıyla işimizin bittiği anlamına gelmiyordu. Maalesef.
Akşamüstü olmuştu ve hava kararmak üzereydi. Bütün bu olayların üstünden yalnızca 7-8 saat geçmişti ama bana 7-8 sene gibi gelmişti. Aslında şu an sıkıldığım o monoton hayatı özlemiştim. Sadece günlük işlerle uğraşmak… Bir zamanlar can sıkıntısı anlamına gelen bu 4 kelime şimdi hayallerimi süsler olmuştu.
Tam odayı kapatıp gidecekken dolaptan yine tıkırtılar gelmeye başladı. Bu sesten nefret ediyordum ama alışmıştım artık. Bu ne biçim bir katildi? Bizimle mektuplaşıyordu?
Tıkırtıların farkına varan ikizim bir kahkahayı koyuverdi. Artık sinirlerimiz alt üst olmuştu ve her türlü delice hareket bizden beklenebilirdi.
Adam öldürmek bile. Ne? Adam öldürmek mi? Bunu ben mi düşünmüştüm? Gerçekten derin bir uykuya ihtiyacım vardı. İkizim gayet sıkılmış bir edayla mektubu açtı, özensizce yırttı ve okudu:“Ğkoömö löau lğdkoka ntvkdzkatjt ueguibdğz.”
“Bu adam enikonu bizimle mektuplaşıyor ikiz; ama deneyimsiz bir katil olduğu kesin, baksana olayın içindeki tüm heyecanı kaçırdı!” dedi. Deneyimsiz mi? “Hey, onun deneyimli veya deneyimsiz olması önemli değil, sonuçta Bayan Caige’i, bizim tatlı Caige’ imizi öldürdü o.” dedim.
Mektupları elimize aldık ve odalarımıza gittik. Onları iyi bir yere saklamalıydık ama nereye? Şimdilik yatağın altı yeterliydi. Orada güvende olurdu.
İkizim de aynı şeyi düşünmüş olacak ki benle aynı anda yere, yatağın altına doğru eğildi. Onları sakladıktan sonra yataklarımıza oturduk.
İkizim ne kadar umursamaz görünse de sürekli kıpırdayan neleri ve ayakları bir şeyden ötürü huzursuzlandığını ele veriyordu. Onun bu hali hoşuma gitmemişti ama nedenini ona sormadım. Ne de olsa söylemeyecekti.
Saat 11 olana dek ikizimle konuştuk, konuştuk ve konuştuk. Bu konu hakkında, okul hakkında… Öylesine çene çalıyorduk.
Tam yatmak üzereyken aniden kapı gıcırdayarak açıldı. Gelen kim olabilirdi? Onu hiç beklemediğimiz kesindi…
~BÖLÜM 5~
“Girebilir miyim bayanlar?” Bu sesi duyunca büyük bir rahatlama yaşadık. “Tabii ki girebilirsiniz Bay Caige!” dedi ikizim. Yatma pozisyonundan sıyrılıp dikleştik ve pür dikkat onu dinlemeye başladık.
“Şey, aslında bunu söylemeye çekiniyorum ama…” Sözünü kestim. “Ah, çekinmeyin lütfen. Bize her şeyi anlatabilirsiniz.” Ne demode bir laf!
“Peki, öyleyse.” dedi ve anlatmaya devam etti. “Karım, Marrie… Ah benim tatlı Marrie’ m… “ İçini çekti. Haklıydı da. “O, o kayboldu biliyorsunuz. Kayboldu…” Gözleri dolmuştu. Dokunsan ağlayacak gibiydi neredeyse. “Sanki o ölmüş gibi bir his doğdu içime, o ölmüş… Ne acı verici! Nasıl katlanılır?”
“Bay Caige, şey…” dedi Samara. “Şşşş… Lütfen dinleyin beni. Siz, ben size güveniyorum çünkü isterseniz neler yapabileceğinizin farkındayım. Karımı bulun. Ölü ya da diri… Onu bulun. Lütfen…”
Ona bunu nasıl söyleyecektik? Haklıydı. Ne acı verici bir olaydı bu! Nasıl katlanılırdı? Daha da önemlisi o, Andrew Caige, buna nasıl katlanacaktı?
“Ah Andrew…” nasıl söylenirdi ki bu? “O, tatlı Marrie’ miz, maalesef bir caniye kurban gitti. Çok iyi yaşamıştı…” gibi şatafatlı cümleler mi kullansaydık? Yoksa patavatsızca “And dostum, karının işi bitti.” Mi diyecektik. Hiç birini yapmadım. Shakspeare’ in değdi gibi sadece “O öldü.” dedim. “O öldü Andrew, o öldü.”
Ve bunu dediğim anda hıçkırıklara boğuldu. Sessiz hıçkırıklar. Saatlerce süren hıçkırıklar. “Benim Marrie’ mdi o, benim tatlı
Marrie’ m…”. Bunun gibi daha çeşitli şeyler söylüyordu.
Yataklarımızdan çıkıp onun yanına gittik. Bizi sanki kendi çocuklarıymışız gibi kucakladı. “Teşekkürler çocuklar, peki ya…” devamını getiremeden tekrar hıçkırmaya başladı ama onun ne demek istediğini anlamıştık. Karısının cesedini merak ediyordu. Belki de son kez ona sarılmak, onu kucaklamak istiyordu.
İşte asıl konuya gelmiştik. Bir görünüp bir kaybolan Bayan Caige’in cesedi… Neyse ki Samara beni bu sıkıntıdan kurtararak ihtiyara Andrew’ a konuyu anlatmaya başladı.
“And, karının cesedini bir dolapta bulduk. Tavan arasındaki küçük dolap… Onu hatırlıyorsun, öyle değil mi?” Başını salladı. “Ancak, karın normal bir şekilde ölmedi. Eceliyle değil, onu birileri öldürdü. Ve bu gizemli bir şeylerin başlangıcıydı…” Gerisini nasıl anlatacaktık. Bir ihtiyar, dindar bir ihtiyar bunu kabullenmezdi. Ama yine de şansımızı denemeliydik. Belki karısı söz konusu olunca onu inandırabilirdik.
İhtiyarın anlamsız bakışları karşısında konuşmasına devam etti. “Bu işi bir manyak yapıyor ve onun bazı güçleri var diye düşünüyoruz. Bize mektuplar gönderiyor ve karının cesedini başkalarının görmesini engelleyebiliyor. “ lafını kestim ve konuşmayı ben ele aldım. “Bu da demek oluyor ki karının ölü bedenini göremeyebilirsin…”. “Ölü beden” lafını duyunca gözleri doldu. Nasıl dolmazdı ki? Biricik karısı bir manyak tarafından öldürülüyordu ve cesedini bile görebileceğinden emin değildi.
Kendisini topladı ve bize bir kez daha sarılıp ayağa kalktı. “Teşekkürler kızlar, her şey için” dedi. Biraz durdu ve ekledi. “Bazen hiç ummadığınız saçma sapan şeyler gerçeklerin aynasıdır. Bunu hiç unutmayın.” Sonra odanın kapısını çekti ve çıktı.
“Hiç ummadığınız saçma sapan şeyler gerçeklerin aynasıdır…” Bize ne demeye çalışmıştı? Neyi ima etmişti?
Samara “Sen de mi aynı şeyi düşünüyorsun?” dedi. “evet, ikiz.” dedim. “Bu yaşlı adamda bir gariplik var.” Diye söylendi. Yataklarımıza girdik ve ışıkları kapattık. En azından güzel bir rüya umuyordum. Sanırım bunu hak etmiştim…
~BÖLÜM 6~
Karanlık, hatırladığım son şey karanlıktı. Bir daha aydınlığı göstermeyecek bir karanlık… “Samara! Samara!”… İkizim neredeydi? Neden onu göremiyordum? “İkiz, neredesin?”… Cevapsız kalan bir soru daha…
Bu eski ev de neyin nesiydi? Ben neredeydim? Bütün eşyalar çürümüştü. Ölümün kokusunu alabiliyordum, onun nefes alıp verişlerini ensemde hissediyordum. Ölüme bu kadar yaklaşmış mıydım? Ona dokunabilecek kadar çok yaklaşmış mıydım?
“İkiz! Kimse yok mu? Neresi burası?”… Sesim yankılanmıştı. Bomboş bir koridorda ilerliyordum. Yürüyordum evet; ama hiç bitmiyordu. Sonsuz, burayı tanımlayabilecek nitelikte bir kelime bulabilmiştim sonunda.
“Kimse yok mu? Beni, duyan bir kişi? Lütfen…” Sesim en sonunda fısıltıya dönüşmüştü. Çaresizdim. Çok çaresizdim. Nerde olduğumu bile bilmiyordum. Ve korku… Bütün iç organlarımı kemiren korku… Hissettiğim buydu. Tam anlamıyla korkmuştum.
O sırada arkamda başka bir nefes hissettim. Ve ayak sesleri… Birisi beni mi takip ediyordu? Bu ürkütücü yerde takip edilmek en son isteyeceğim şeydi.
Başımı çevirdim. Hayır, arkamda hiç kimse yoktu ama bu beni rahatlatmaya yetmemişti. Hala o sesleri işitiyordum.
Sonra birinin adımı seslendiğini duydum. “Samantha! Sam! Buraya gel! Beni duyuyor musun Sam?” Hayır, bu ikizim değildi. Yaşlı bir adam mı? Belki… Sesinden öyle anlaşılıyordu. Yanına gidecek miydim? Evet, yolumu bulabilirsem evet gidecektim. Başka çarem mi vardı sanki? Yalnız başıma dolanmaktan daha iyiydi.
Ayak seslerini hala duyuyordum. “Kim var orda?” Sonra bir kahkaha işittim. Orada kim vardı? Neden gülüyordu? “Kimsin sen?” Bir kahkaha daha işittim. Bu kâbus ne zaman bitecekti? Ne zaman buradan kurtulacaktım? Bir an önce hayatım son bulsa daha iyi olmaz mıydı?
O adam neredeydi peki? Hangi cehennemdeydi? “Neredesin?” Ve adamın çığlığını işittim. Bir manyak gibi çıkmıştı sesi.
O sırada çığlıklar içinde uyandım. İkizimle aynı anda… O da çığlık çığlığa kalmıştı. “Ne oldu ikiz?” dedim. Elleri titriyordu. Tıpkı benim gibi. “Kötü bir rüya… Evet, sadece bir rüyaymış. Ya da kâbus… Sen de mi?” “Evet.” diye kısa bir şekilde yanıtlandırdım onu. “Sadece kötü bir rüya…” Bu söz beni rahatlatmıştı. Ama neden böyle bir kâbus görmüştüm?
~BÖLÜM 7~
Sonraki günler hiçbir olay yaşanmadı. Sadece o manyak birçok mektup atıyordu ve artık bunları hiç önemsemiyorduk. Birileri öldürülmediği sürece sorun yoktu. Zaten kimse de öldürülmemişti. Henüz.
Havuz başında ikizimle limonatalarımızı yudumlarken hoş bir rüzgâr tenimizi okşuyordu. Hayat ne kadar güzeldi! Ve de sıcak.
“Haydi, ikiz havuza girelim!” dedim. Samara’ nın itiraz etmeye hiç niyeti yoktu ama çok düşünceli gözüküyordu. Kara kara bir şeyler düşünüyordu. Onu hiç böyle görmemiştim.
“Tamam, geliyorum…” diye geçiştirdi beni. “Hey, Sammy, ne oldu sana?” diye sordum. Onun bu hali beni iyiden iyiye endişelendirmişti. “Ne düşünüyorsun?” dedim. “Hiç, sadece şu mektuplar…” “Ne olmuş mektuplara?” Neden mektupları düşünüyordu ki? Mantıklı bir sebebi olmalıydı elbet.
“Bak bu katil, sanırım bizimle dalga geçmiyor…”
“Tanrı aşkına Sammy! Bunu yaptığı apaçık ortada! Görmüyor musun?”
“Evet, böyle gözüküyor ama bence onun bir şifresi var. Sadece karışık harflerle konuşmak… Eğer böyle olsaydı ona cevap gönderdikten sonra bize mektup yollamazdı. O, bir şeyler anlatmak istiyor.”
Haklı olabilir miydi? “Peki ya böyle bir düşünce nasıl aklına gelebildi? İkiz, bu tamamen farklı şeyleri ortaya koyar ve bu tüm olayın akışını değiştirir.” dedim.
“Farkındayım Sam, farkındayım. Ama böyle bir şeyi kendi başımıza halletmek… Zor iş, evet bunu yapabiliriz ama en azından bir yetişkinin bize inanıyor olması gerek. En önemlisi bir dedektif… Cesedi görebilirlerse bize kesinlikle inanırlar…” dedi. Belki de haklıydı ama ayakaltında her an her şeyi keşfedebilecek bir dedektifin olması işimizi zorlaştırmaz mıydı?
“İkiz, bir dedektif işimizi kolaylaştırmaktan çok zorlaştırabilir. O katil bize her an mektup gönderebilir. Ya polis veya dedektifler bunları ele geçirirse… İşte o zaman işin sonu kötü olur…” dedim.
Biraz daha düşündü ve şöyle söyledi: “Evet haklısın ikiz ama en azından annemiz ya da babamız… Onlar bilmeliler.”
“Ama nasıl, onlar cesedi göremiyorlar!” diyerek ona karşı çıktım. “İşte bunu o yüzden yanımda taşımaya karar verdim.” dedi.
Elindeki şey bir fotoğraf makinesiydi. “Harikasın ikiz!” dedim ve ona sarıldım. Kabul etmeliyim zekice bir fikirdi. Şimdi rahat rahat yüzebilirdik. Yoksa yüzemez miydik?
"Eskiden bir efsane anlatılırdı. İçine giren insanı ölümsüz yapan bir evle ilgili… İçine giren insanı sonsuza dek içine hapseden bir evle ilgili...
Söylentiye göre bu evin adı Ölümsüz 13 imiş. Sadece bir şekilde 13 sayısıyla ilgisi olanların fark edebileceği bir evmiş. Bir gün küçük bir kızın topu Ölümsüz 13'ün açık camından içeri kaçmış. Kız korkarak cama yaklaşmış ve başını içeri sokarak topunu aramaya başlamış. O sırada ev onu içine çekmiş ve kız sonsuza dek orada kalmış..."
"Tanrı aşkına ne kadar saçma!" dedi ikizim Samara. Ona tamamen katılıyordum."Macera tutkunu hayalperestlerin yazdığı bir kitap işte!" dedim. Efsaneler diye basmakalıp bir isimle adlandırılmış bu kitabı Samara' yla tavan arasında bulmuştuk. "Tam Amanda' ya göre bir kitap." dedim sessizliği bozarak. Amanda da şu uçarı, maceraperest kızlardan biriydi. Anlattığın bütün gizemli şeylere inanır ve "Bir gün dedektif olup, bunları araştıracağım!" gibi saçma sapan, kendine uygun sözler sarf ederdi. " Bazı insanlar neden böyle şeylerden hoşlanır, onları gizemli bulur bilmem. Biz de mi bir sorun var, ne dersin ikiz?" dedim.
Güldü. "Biz defoluyuz, öğrenemedin mi hala Sam?" dedi. Ben de ona katıldım. Niçin gülüyorduk? Bilmiyordum. "Sanırım çılgın olmak buna denir." dedim ve ikizimle katıla katıla gülmeye devam ettik.
En sonunda gülme krizimiz son bulunca tavan arasını karıştırmaya devam ettik. Bizim küflü tavan arasından bu kadar çok şey çıkacağını tahmin etmezdim.
O sırada Samara' nın tiz çığlığıyla irkildim. Ne olmuştu? Hemen onun yanına koştum. Korkudan tir tir titriyordu. Bana döndü. Yüzü bembeyaz olmuştu. Kekeleyerek "Bayan Caige..." dedi. Onu sarsarak "Samara, ne oldu ikiz? Bayan Caige'e ne oldu?" dedim. Parmağıyla tavan arasındaki küçük dolabı gösterdi. Dolabın kapağını açınca Bayan Caige'in ölü bedeni üzerime yıkıldı. Onun burada ne işi vardı?
~BÖLÜM 1~
Bayan Caige bizim evde aşçılık yapan ihtiyar bir kadındı. Mutfaktan dışarı çıkmayan kendi halinde bir kadın… Ondan kim ne istemiş olabilirdi ki? Tatlı Marrie Caige'e kim düşmanlık besleyebilirdi ki?
İkimizin de aklı almıyordu. Benim de elim ayağım titremeye başlamıştı. Yalnızca 1 gün önce kaybolan Bayan Caige'in cesedinin buradan çıkması... Olacak gibi değildi.
Ne yapmalıydık? Babamı mı çağırmamız gerekliydi, yoksa direk polisi mi aramalıydık? Veya Bay Caige'i aramak daha mı mantıklıydı?
Hayır, hayır. Önce babamıza söylemeliydik. Tam ağzımı açmışken Samara " Samantha, şurada bulduğum şeye bak." diye fısıldadı.
Korka korka elimi dolabın içine uzattım. Orada bir şeyler olduğu kesindi. Onu kavradım ve dışarı çıkardım. Bu şey bir mektuptu ve üstünde şu yazıyordu: "Cyhzehj 26"
Samara mektubu elimden aldı ve üzerini okudu. "Saçmalık!" dedi. Ona mektubu açmasını söyledim. Dediğimi yaptı. Mektupta karışık harfler vardı: "Vğdgkdta löau"
"Neler oluyor bilmiyorum ikiz ama bunlar hiç hoşuma gitmedi, birileri bizimle dalga geçiyor." dedim. Bu mektup çok anlamsızdı. Ve de kafa karıştırıcı. Beni onayladı. "Birinin bizimle korkunç bir oyun oynadığı kesin ikiz." "Ama neden?" dedim. O da bilmiyordu.
"Peki, ne yapacağız?" diye sorarak beni düşüncelerimin arasından çekip çıkardı. "Babamızı çağıralım. O ne yapması gerektiğini bilir." dedim.
Hemen itiraz etti. "Ama ya bunu kötü bir şaka sanırsa? Mektubu gördün, bize inanmayacaktır!" dedi. Beyni sulanmış olmalıydı çünkü saçmalıyordu. Elimizdeki ceset en büyük kanıttı. Onu gördükten sonra bize inanmaması gibi bir olasılık yoktu. "Saçmalama ikiz, herhalde onu bizim öldürdüğümüzü düşünmeyecektir. Cesedi dolapta bulduk!"
Uzun süren bir sessizlikten sonra ikimizde buraya doğru gelen ayak sesleriyle irkildik. Birisi buraya geliyordu. Olanları görecekti ve acilen bir şeyler yapmalıydık...
Buna karşın ikimizde kılımızı kıpırdatmıyorduk, kıpırdatamıyorduk. Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Bir adım, bir adım daha ve sonra kapı aralanacaktı.
Samara bir anda ayağa kalkıp kapının yanına gitti ve bana "Mektubu sakla! Çabuk!" dedi. Sonra da "Baba!" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Bense mektubu hemen döküntülerin arasına sıkıştırıverdim. İkizim öyle bağırınca ayak sesleri de hızlandı ve en sonunda kapı aralandı.
Gelen annem Kathy Sproul'du. Tava arasına girmesi ve Bayan Caige'i görmesiyle çığlığı basması bir oldu. Hıçkırıklar içerisinde babama seslendi: "John, oh John, aman tanrım, hemen buraya gelmelisin." Ve sonra ikimizi tuttuğu gibi yanına çekti. Bize sarıldı ve "Hepsi geçecek meleklerim. Size söylüyorum Samara ve Sam, söz veriyorum hepsi geçecek." diye mırıldanmaya başladı. Hâlbuki bizim buna ihtiyacımız yoktu, avutulmaya ihtiyacımız yoktu.
Tek istediğimiz şey o mektubun bulunmamasıydı. Annemizin kucağından kurtulunca hemen merdivenlere koştuk. Evet, tahmin ettiğim gibi babam geliyordu. Hafif kırlaşmış saçları ve ağzındaki piposuyla tam bir dedektif havası vardı babam John'da.
Samara "Baba, biz, biz dolabı açtık ve..." sonunu getiremedi ve hıçkırıklara boğuldu. Bunlar timsah gözyaşlarıydı. Gerçek değildi ama babamı kandırmaya yetmişlerdi. O da annem gibi bize sarıldı ve "Sakin olun çocuklar, John her şeyi halledecek." dedi. Henüz hiçbir şeyden haberi yoktu. Ne Bayan Caige' den ne de o garip mektuplardan. Hiçbiri hakkında bir şey bilmiyordu. Henüz.
~BÖLÜM 2~
Babam tavan arasına girdiğinde neler olduğunu anlamadı. Cesedi görmemişti. Hemen annemin yanına koştu ve ona sıkı sıkı sarıldı. "Ne oldu Kate? Ne gördün? Bana anlatmalısın tatlım." dedi anneme. Annem de Samara gibi titrek eliyle cesedin olduğu yeri işaret etti. Yüzü bembeyaz olmuştu. Kireç gibi.
Babam tekrar konuştu. "Orada bir şey yok, ben hiçbir şey göremiyorum." dedi. Hepimiz dut yemiş bülbüle dönmüştük. Babam cesedi göremiyor muydu? Ama nasıl? Yerde yatan bembeyaz ölüyü göremiyor muydu? "Baba, orada işte orada, görmüyor musun?" dedim. Hala hiçbir şeyi anlamış değildi. Bana bağırdı: "Bu kötü şakadan hiç hoşlanmadım küçük hanım!"
Ama ben şaka yapmıyordum. Onu orada gördüğümden emindim. Ona dokunmuştum. O şey benim üzerime yıkılmıştı! Ama babam onun olmadığını iddia ediyordu. Bu iş git gide garip bir hal almaya başlamıştı.
Annem, Samara, ben… Hepimiz onu görmüştük. Peki, o zaman babam niçin göremiyordu? Sorun bizde miydi, yoksa babamda mıydı? Hayal gücümüz fazla mesai mi yapmıştı? Bu olanaksızdı. Samara’ yla ben de bu olabilirdi ama annem… Annem hayal görmemişti. O bize inanıyordu.
“Çocuklara bağırmamalısın John! Bayan Caige’in kaybolması bizi etkilemiş olmalı. Haklısın orada ölü falan yok. Sadece biz, sanırım bu işi biraz abarttık ha, ne dersin?” dedi annem. Onun bu sözüyle iyice şaşkına döndüm. Annem de mi bize inanmıyordu? Ama o Marrie Caige’in cesedini görmüştü.
“Anne bize inanmalısınız. O cesedi sen de gördün. Bunu inkâr edemezsin!” dedi ikizim. Onu “Haklısın, İkiz.” diyerek onayladım. Hislerime tercüman olmuştu. O ölü orada yatıyordu, bunu üçümüz de biliyorduk.
Arkamı döndüm. Ne? Şimdi onu ben de göremiyordum. Ortada Bayan Caige’in cesedine benzer hiçbir şey yoktu. Ama nasıl? Daha demin oradaydı. “A-ama…” diye kekeledim. Ceset nereye gitmişti?
Samara da arkasını döndü ve oraya baktı. O şaşkınlığını benden daha belirgin bir şekilde ifade etti. “O ceset buradaydı baba, yemin ederim. Ben şaka yapmıyorum! O lanet olası ceset buradaydı. Şu dolaptan Sam’ in üstüne düştü!” dedi.
“Küçük hanım böyle bir şakayı hala devam ettirdiğin için cezalısın! Burayı toplamayı bitirene kadar buradan çıkmak yok!” dedi babam. Bu düpedüz haksızlıktı. Buradan uzaklaşmaya ihtiyacımız vardı. İkimizde çok korkmuştuk.
Annem yine koruyucu melek görevini üstenmişti. Hemen bizi savunmaya geçti. “Ama hayatım, buradan çıkmaları lazım.” Dedi. Samara onun sözünü kesti. Yüzünde korkudan eser kalmamıştı. Burayı toplamamı istiyorsa yapacağım anne. Boş ver, hem zaten ceset de yoktu burada değil mi ikiz?” dedi. Şimdi de ikizim mi? O cesedi bulan insandı. Herkese bir şeyler oluyordu sanki. Ah bir anlayabilseydim!
Hayatımda yaşadığım en garip olay yavaş yavaş bir kâbusa dönüşüyordu. İstemsiz olarak “Evet, orada ceset yoktu. Biz uydurduk.” dedim. Bunu ben mi söylemiştim? Bana da bir şeyler oluyordu. Sanki birileri beni konuşturuyor gibi hissediyordum. Bir şeyler beni kontrol ediyor gibi…
Ama hala o cesedin var olduğuna inanıyordum. O cesedi ellemiştim ve o soğukluğu hala hissediyordum. Öyleyse onu gördüğümü neden söyleyememiştim?
Babam anneme “Gördün mü hayatım, onlar da suçlarını itiraf etiler.” dedi ve sonra bize dönerek: “Burada işiniz bitene kadar buradan dışarı tek adım atmak yok!” diye bağırdı. Babamın bu huyundan hiç haz etmezdim. Ama el mahkûm dediğini yapacaktık.
Babam odadan çıkınca Samara’ ya: “Onu gördük ikiz, bundan eminim, onu gördük, o şey benim üstüme yıkıldı.” dedim. “Biliyorum, Sam, biliyorum. Ama söyleyemedim, Bir şeyler buna izin vermedi.” dedi. Evet, aynısı bana da olmuştu. Bir şey gerçekleri söylememize izin vermiyordu. “Peki ya kim? Bunu söylememize izin vermeyen kim?” diye sesli olarak düşündüm. Bunun bilimsel bir açıklaması var mıydı? Yoksa tamamen başka bir şeyle mi karşı karşıya kalmıştık? O sırada cesedin geldiği dolaptan tıkırtılar gelmeye başladı. Yine aynı şeyler oluyordu.
~BÖLÜM 3~
İkimiz de tek kelime etmiyorduk. Odadaki tek ses dolaptaki tıkırtıydı. Korkudan yerimize mıhlanmış gibiydik. Tıkırtılar bitene kadar geçen 2 dakikalık süre benim için 2 güne bedel olmuştu.
Tam dolaba yaklaşırken Samara “Burada bekle, bu sefer dolabı ben açacağım.” dedi. İçeriden gelecek şeyi az çok tahmin edebiliyordum.
Samara’ nın yanına gidip arkasında durdum. Dolabın kapağını açtı ve “Aman tanrım!” dedi. Bayan Caige yine oradaydı. Bir mektupla beraber…
Mektubu aldık ve Bayan Caige’i orada bıraktık. Yine aynı yerden gelen mektubu dikkatlice açtık ve içini okuduk. Bu defa aşırı tepki gösteren ben olmuştum. “ Tanrım bu kişi her kimse belasını arıyor!” diye bağırdım. Yine saçmalıyordu: “Vuzeöiö eciyözöiua, yhgpöa.”
Aynı şeyleri görmekten, yaşamaktan bıkmıştım. Samara ise hiçbir şey olmamış gibi kâğıt kalem arıyordu. Ona “Ne yapıyorsun?” dedim. “Ona mektup göndereceğim.” diye yanıtladı sorumu. Bu daha önce aklıma gelmemişti. Evet, o bize bir şeyler yollayabiliyorsa sanırım biz de ona yollayabilirdik.
Her neler oluyorsa bu olayı kimse çözemezdi, bizden başka kimse bunu yapamazdı…
Ama ona ne diyecektik? “Hey, sen, bizi rahatsız etme tamam mı?” Hayır, bu olmazdı. Belki daha resmi bir şeyler gerekliydi. “Sayın isimsiz kahraman…” Saçma, saçma, saçma! Bir cinayet mektubuna böyle cevap verilmezdi herhalde. Samara’ ya sormaya karar verdim. “Ona ne demeyi düşünüyorsun?”.
Birkaç dakika durup düşündü. Sanırım o da bilmiyordu. Sadece aklına gelen bir şeyi uygulamaya çalışıyordu. Plansızca, düzensice…
Sonra aniden yazmaya başladı. O da karışık harfler yazıyordu. “Vuzeua eöa?”
Herkese bir şeyler oluyordu. Aklı başında bir tek ben mi kalmıştım? Ona setçe “Bir açıklama bekliyorum.” dedim. Şaşıp kalmıştı. Benim suçlamama mı yoksa yazdığı şeye mi şaşmıştı bilmiyordum. Birazdan öğrenirdim zaten.
“Sam, nasıl?” diye kekeledi ikizim. Ben cevap vermeden devam etti: “Ben, ben bunu nasıl yazdım? Farklı, tamamen farklı bir şey geçirmiştim aklımdan.”
“Dur bir de ben deneyeyim yazmayı.” dedim ve kalemi elinden aldım. “Ne istiyorsun?” diye yazdım. Daha doğrusu öyle yazdığımı sandım. Yazmayı bitirip de kâğıda baktığımda şunları gördüm: “Aö ueguibdeğa?”
Ben de mi? Anlayamıyordum. Katil bizimle dalga geçmiyor muydu? Ama nasıl? Bu şaşkınlık anı geçince hemen kendimi toparladım ve ikizime emirler yağdırmaya başladım. “Topla kendini ikiz, bu işi çözmemiz gerek. Bize inanacak bir kişi varsa o da Bay Caige’ dir. Şu mektubu ona yollayalım ve burayı toparlayalım. Dışarıya çıkmalıyız ve bu ancak buradaki işimizi bitirmemizle mümkün olabilir.”
“Nasıl yollayacağımız konusunda bir fikrin var mı?” dedi. Hiçbir şeyi bilmediğim gibi bunu da bilmiyordum. Bunu ona açıkça söyledim. “Bilmiyorum ikiz; ama bunu bir şekilde yapacağız.”
“Şu dolabı kullanmalıyız.” dedi. “Ama o dolaptan nasıl yollayabiliriz ki?” diye bir soru yönelttim ikizime. Yine o mucit beynini çalıştırmaya başlamıştı. Onun bu yönü ilk kez bir sorun değil bir yarar sağlayacaktı.
“Önce tatlı Marrie’ yi oradan çıkartmalıyız.” Diye bir fikir ortaya attım. Beni onaylarcasına başını salladı. Hemen dolabın kapağını açtım. Neyse ki Bayan Caige hala orada duruyordu.
Onu oradan çıkarttım ama açıkçası bu pek de kolay olmamıştı. Şimdiki sorunumsa onu nereye saklayacağımdı.
Artık düşünmek istemiyordum. Zaten başım ağrımaya başlamıştı. Bu nedenden ötürü aklıma geleni ikizime sormaya karar verdim. “Onu nereye saklayacağız Samara?” dedim.
Bunu önceden düşünmüştü ki anında cevap verdi. “Bay Caige karısının bedenini göremese bile saklamaktan sakınmayacaktır.” Dedi. Haklıydı. O ne dersen hemen inanan cahil bir adamdı. “Öyleyse Bay Caige’ i çağırana kadar onu şu köşeye bırakıyorum.” dedim. “Peki.” dedi.
Ben bu işi hallettikten sonra Samara “Buldum!” diye bağırdı. En sonunda sevindirici bir haber almış olmak iyi gelmişti.
“Nasıl yollayacağız?” diye sordum. Tipik bilmiş tavrını takındı ve gülmeye başladı. “O buraya nasıl yolladıysa öyle.” dedi. Bu tam bir açıklama sayılmazdı. Çünkü hiçbir şey anlamamıştım…
(Bu bölüm Samantha Sproul’un defterinden değildir.)
O lanet olası dolaptan tıkırtılar geliyordu. Bu iki kız ne yapmaya çalışıyordu? Onu orada bıraksalar olmaz mıydı? Bu işin peşinden niçin koşuyorlardı? Onu neden ailelerine göstermişlerdi. O ölü kadını bırakamazlar mıydı, zaten bir süre sonra kendi kendine çürüyüp gidecekti. Burada yaşamla ölüm arasında kalan diğer insanlar gibi…
Kendisi neden çürümüyordu? Sağlıklı beslendiği söylenemezdi, hatta beslendiği bile söylenemezdi. Öyleyse niçin ölmüyordu, niçin ölemiyordu?
Birçok kez intihar etmeyi denemişti. Kendini asmayı, boğulmayı, bileklerini kesmeyi bile denememişti. Sonuç başarısızdı. Burada, bu evde kendine hiçbir zarar veremiyordu. Burası dünyadan bir yer olamazdı.
Mektubu almışlar mıydı acaba? Onu gerçekten kurtarmak mı istiyorlardı yoksa onu bu iğrenç, lanetli yere sonsuza dek hapsetmek mi? Hiçbir şey anlamamış olma ihtimalleri de vardı elbette. O mektubun içine yazdığı karışık harfleri anlamama olasılıkları yüksekti.
Yavaşça dolabın yanına gitti ve kapağı açtı. Derin bir oh çekti ve mektubu oradan aldı. “Ah şu gençler, mektup yollamak hakkında hiçbir fikirleri olmasa gerek!” dedi sessizce.
Sahi, buraya geleli ne kadar olmuştu? 10 yıl, 20 yıl, 100 yıl… Belki daha fazla bile olabilirdi. İnsanlar mektup kullanmıyorlar mıydı acaba? Neler yaptıklarını hayal etti. Telefon denilen bir şeyin var olduğundan haberi yoktu henüz.
Katlanmış kâğıdı açtı ve okumaya başladı. “Kimsin sen? Ne istiyorsun?” Anlaşılan çocukları korkutmuştu. Bu hiç hoşuna gitmiyordu. Cevap yazmalı mıydı, yoksa onları bir daha rahatsız etmemek en doğrusu muydu?
Hayır, kesinlikle buradan çıkmalıydı. Yazmaya başladı: “Ğkoömö löau lğdkoka ntvkdzkatjt ueguibdğz.” Artık karışık harflerle yazmaya alışmıştı. Hatta böylesi daha rahat oluyordu onun için.
Dolabın kapağını açtı ve bir kez daha mektubu göndermek için işe koyuldu. Buradan kurtulacaktı. Bu sonsuzluk şehrinden bir an önce kaçmalıydı ve bunu yapacaktı…
~BÖLÜM 4~
“Hey Sam! Baksana, neredeyse bitmek üzere işimiz.” dedi ikizim. Evet, gerçekten de bitmek üzereydi ve sonra da cezamızdan kurtulmuş olacaktık. Ama bu tavan arasıyla işimizin bittiği anlamına gelmiyordu. Maalesef.
Akşamüstü olmuştu ve hava kararmak üzereydi. Bütün bu olayların üstünden yalnızca 7-8 saat geçmişti ama bana 7-8 sene gibi gelmişti. Aslında şu an sıkıldığım o monoton hayatı özlemiştim. Sadece günlük işlerle uğraşmak… Bir zamanlar can sıkıntısı anlamına gelen bu 4 kelime şimdi hayallerimi süsler olmuştu.
Tam odayı kapatıp gidecekken dolaptan yine tıkırtılar gelmeye başladı. Bu sesten nefret ediyordum ama alışmıştım artık. Bu ne biçim bir katildi? Bizimle mektuplaşıyordu?
Tıkırtıların farkına varan ikizim bir kahkahayı koyuverdi. Artık sinirlerimiz alt üst olmuştu ve her türlü delice hareket bizden beklenebilirdi.
Adam öldürmek bile. Ne? Adam öldürmek mi? Bunu ben mi düşünmüştüm? Gerçekten derin bir uykuya ihtiyacım vardı. İkizim gayet sıkılmış bir edayla mektubu açtı, özensizce yırttı ve okudu:“Ğkoömö löau lğdkoka ntvkdzkatjt ueguibdğz.”
“Bu adam enikonu bizimle mektuplaşıyor ikiz; ama deneyimsiz bir katil olduğu kesin, baksana olayın içindeki tüm heyecanı kaçırdı!” dedi. Deneyimsiz mi? “Hey, onun deneyimli veya deneyimsiz olması önemli değil, sonuçta Bayan Caige’i, bizim tatlı Caige’ imizi öldürdü o.” dedim.
Mektupları elimize aldık ve odalarımıza gittik. Onları iyi bir yere saklamalıydık ama nereye? Şimdilik yatağın altı yeterliydi. Orada güvende olurdu.
İkizim de aynı şeyi düşünmüş olacak ki benle aynı anda yere, yatağın altına doğru eğildi. Onları sakladıktan sonra yataklarımıza oturduk.
İkizim ne kadar umursamaz görünse de sürekli kıpırdayan neleri ve ayakları bir şeyden ötürü huzursuzlandığını ele veriyordu. Onun bu hali hoşuma gitmemişti ama nedenini ona sormadım. Ne de olsa söylemeyecekti.
Saat 11 olana dek ikizimle konuştuk, konuştuk ve konuştuk. Bu konu hakkında, okul hakkında… Öylesine çene çalıyorduk.
Tam yatmak üzereyken aniden kapı gıcırdayarak açıldı. Gelen kim olabilirdi? Onu hiç beklemediğimiz kesindi…
~BÖLÜM 5~
“Girebilir miyim bayanlar?” Bu sesi duyunca büyük bir rahatlama yaşadık. “Tabii ki girebilirsiniz Bay Caige!” dedi ikizim. Yatma pozisyonundan sıyrılıp dikleştik ve pür dikkat onu dinlemeye başladık.
“Şey, aslında bunu söylemeye çekiniyorum ama…” Sözünü kestim. “Ah, çekinmeyin lütfen. Bize her şeyi anlatabilirsiniz.” Ne demode bir laf!
“Peki, öyleyse.” dedi ve anlatmaya devam etti. “Karım, Marrie… Ah benim tatlı Marrie’ m… “ İçini çekti. Haklıydı da. “O, o kayboldu biliyorsunuz. Kayboldu…” Gözleri dolmuştu. Dokunsan ağlayacak gibiydi neredeyse. “Sanki o ölmüş gibi bir his doğdu içime, o ölmüş… Ne acı verici! Nasıl katlanılır?”
“Bay Caige, şey…” dedi Samara. “Şşşş… Lütfen dinleyin beni. Siz, ben size güveniyorum çünkü isterseniz neler yapabileceğinizin farkındayım. Karımı bulun. Ölü ya da diri… Onu bulun. Lütfen…”
Ona bunu nasıl söyleyecektik? Haklıydı. Ne acı verici bir olaydı bu! Nasıl katlanılırdı? Daha da önemlisi o, Andrew Caige, buna nasıl katlanacaktı?
“Ah Andrew…” nasıl söylenirdi ki bu? “O, tatlı Marrie’ miz, maalesef bir caniye kurban gitti. Çok iyi yaşamıştı…” gibi şatafatlı cümleler mi kullansaydık? Yoksa patavatsızca “And dostum, karının işi bitti.” Mi diyecektik. Hiç birini yapmadım. Shakspeare’ in değdi gibi sadece “O öldü.” dedim. “O öldü Andrew, o öldü.”
Ve bunu dediğim anda hıçkırıklara boğuldu. Sessiz hıçkırıklar. Saatlerce süren hıçkırıklar. “Benim Marrie’ mdi o, benim tatlı
Marrie’ m…”. Bunun gibi daha çeşitli şeyler söylüyordu.
Yataklarımızdan çıkıp onun yanına gittik. Bizi sanki kendi çocuklarıymışız gibi kucakladı. “Teşekkürler çocuklar, peki ya…” devamını getiremeden tekrar hıçkırmaya başladı ama onun ne demek istediğini anlamıştık. Karısının cesedini merak ediyordu. Belki de son kez ona sarılmak, onu kucaklamak istiyordu.
İşte asıl konuya gelmiştik. Bir görünüp bir kaybolan Bayan Caige’in cesedi… Neyse ki Samara beni bu sıkıntıdan kurtararak ihtiyara Andrew’ a konuyu anlatmaya başladı.
“And, karının cesedini bir dolapta bulduk. Tavan arasındaki küçük dolap… Onu hatırlıyorsun, öyle değil mi?” Başını salladı. “Ancak, karın normal bir şekilde ölmedi. Eceliyle değil, onu birileri öldürdü. Ve bu gizemli bir şeylerin başlangıcıydı…” Gerisini nasıl anlatacaktık. Bir ihtiyar, dindar bir ihtiyar bunu kabullenmezdi. Ama yine de şansımızı denemeliydik. Belki karısı söz konusu olunca onu inandırabilirdik.
İhtiyarın anlamsız bakışları karşısında konuşmasına devam etti. “Bu işi bir manyak yapıyor ve onun bazı güçleri var diye düşünüyoruz. Bize mektuplar gönderiyor ve karının cesedini başkalarının görmesini engelleyebiliyor. “ lafını kestim ve konuşmayı ben ele aldım. “Bu da demek oluyor ki karının ölü bedenini göremeyebilirsin…”. “Ölü beden” lafını duyunca gözleri doldu. Nasıl dolmazdı ki? Biricik karısı bir manyak tarafından öldürülüyordu ve cesedini bile görebileceğinden emin değildi.
Kendisini topladı ve bize bir kez daha sarılıp ayağa kalktı. “Teşekkürler kızlar, her şey için” dedi. Biraz durdu ve ekledi. “Bazen hiç ummadığınız saçma sapan şeyler gerçeklerin aynasıdır. Bunu hiç unutmayın.” Sonra odanın kapısını çekti ve çıktı.
“Hiç ummadığınız saçma sapan şeyler gerçeklerin aynasıdır…” Bize ne demeye çalışmıştı? Neyi ima etmişti?
Samara “Sen de mi aynı şeyi düşünüyorsun?” dedi. “evet, ikiz.” dedim. “Bu yaşlı adamda bir gariplik var.” Diye söylendi. Yataklarımıza girdik ve ışıkları kapattık. En azından güzel bir rüya umuyordum. Sanırım bunu hak etmiştim…
~BÖLÜM 6~
Karanlık, hatırladığım son şey karanlıktı. Bir daha aydınlığı göstermeyecek bir karanlık… “Samara! Samara!”… İkizim neredeydi? Neden onu göremiyordum? “İkiz, neredesin?”… Cevapsız kalan bir soru daha…
Bu eski ev de neyin nesiydi? Ben neredeydim? Bütün eşyalar çürümüştü. Ölümün kokusunu alabiliyordum, onun nefes alıp verişlerini ensemde hissediyordum. Ölüme bu kadar yaklaşmış mıydım? Ona dokunabilecek kadar çok yaklaşmış mıydım?
“İkiz! Kimse yok mu? Neresi burası?”… Sesim yankılanmıştı. Bomboş bir koridorda ilerliyordum. Yürüyordum evet; ama hiç bitmiyordu. Sonsuz, burayı tanımlayabilecek nitelikte bir kelime bulabilmiştim sonunda.
“Kimse yok mu? Beni, duyan bir kişi? Lütfen…” Sesim en sonunda fısıltıya dönüşmüştü. Çaresizdim. Çok çaresizdim. Nerde olduğumu bile bilmiyordum. Ve korku… Bütün iç organlarımı kemiren korku… Hissettiğim buydu. Tam anlamıyla korkmuştum.
O sırada arkamda başka bir nefes hissettim. Ve ayak sesleri… Birisi beni mi takip ediyordu? Bu ürkütücü yerde takip edilmek en son isteyeceğim şeydi.
Başımı çevirdim. Hayır, arkamda hiç kimse yoktu ama bu beni rahatlatmaya yetmemişti. Hala o sesleri işitiyordum.
Sonra birinin adımı seslendiğini duydum. “Samantha! Sam! Buraya gel! Beni duyuyor musun Sam?” Hayır, bu ikizim değildi. Yaşlı bir adam mı? Belki… Sesinden öyle anlaşılıyordu. Yanına gidecek miydim? Evet, yolumu bulabilirsem evet gidecektim. Başka çarem mi vardı sanki? Yalnız başıma dolanmaktan daha iyiydi.
Ayak seslerini hala duyuyordum. “Kim var orda?” Sonra bir kahkaha işittim. Orada kim vardı? Neden gülüyordu? “Kimsin sen?” Bir kahkaha daha işittim. Bu kâbus ne zaman bitecekti? Ne zaman buradan kurtulacaktım? Bir an önce hayatım son bulsa daha iyi olmaz mıydı?
O adam neredeydi peki? Hangi cehennemdeydi? “Neredesin?” Ve adamın çığlığını işittim. Bir manyak gibi çıkmıştı sesi.
O sırada çığlıklar içinde uyandım. İkizimle aynı anda… O da çığlık çığlığa kalmıştı. “Ne oldu ikiz?” dedim. Elleri titriyordu. Tıpkı benim gibi. “Kötü bir rüya… Evet, sadece bir rüyaymış. Ya da kâbus… Sen de mi?” “Evet.” diye kısa bir şekilde yanıtlandırdım onu. “Sadece kötü bir rüya…” Bu söz beni rahatlatmıştı. Ama neden böyle bir kâbus görmüştüm?
~BÖLÜM 7~
Sonraki günler hiçbir olay yaşanmadı. Sadece o manyak birçok mektup atıyordu ve artık bunları hiç önemsemiyorduk. Birileri öldürülmediği sürece sorun yoktu. Zaten kimse de öldürülmemişti. Henüz.
Havuz başında ikizimle limonatalarımızı yudumlarken hoş bir rüzgâr tenimizi okşuyordu. Hayat ne kadar güzeldi! Ve de sıcak.
“Haydi, ikiz havuza girelim!” dedim. Samara’ nın itiraz etmeye hiç niyeti yoktu ama çok düşünceli gözüküyordu. Kara kara bir şeyler düşünüyordu. Onu hiç böyle görmemiştim.
“Tamam, geliyorum…” diye geçiştirdi beni. “Hey, Sammy, ne oldu sana?” diye sordum. Onun bu hali beni iyiden iyiye endişelendirmişti. “Ne düşünüyorsun?” dedim. “Hiç, sadece şu mektuplar…” “Ne olmuş mektuplara?” Neden mektupları düşünüyordu ki? Mantıklı bir sebebi olmalıydı elbet.
“Bak bu katil, sanırım bizimle dalga geçmiyor…”
“Tanrı aşkına Sammy! Bunu yaptığı apaçık ortada! Görmüyor musun?”
“Evet, böyle gözüküyor ama bence onun bir şifresi var. Sadece karışık harflerle konuşmak… Eğer böyle olsaydı ona cevap gönderdikten sonra bize mektup yollamazdı. O, bir şeyler anlatmak istiyor.”
Haklı olabilir miydi? “Peki ya böyle bir düşünce nasıl aklına gelebildi? İkiz, bu tamamen farklı şeyleri ortaya koyar ve bu tüm olayın akışını değiştirir.” dedim.
“Farkındayım Sam, farkındayım. Ama böyle bir şeyi kendi başımıza halletmek… Zor iş, evet bunu yapabiliriz ama en azından bir yetişkinin bize inanıyor olması gerek. En önemlisi bir dedektif… Cesedi görebilirlerse bize kesinlikle inanırlar…” dedi. Belki de haklıydı ama ayakaltında her an her şeyi keşfedebilecek bir dedektifin olması işimizi zorlaştırmaz mıydı?
“İkiz, bir dedektif işimizi kolaylaştırmaktan çok zorlaştırabilir. O katil bize her an mektup gönderebilir. Ya polis veya dedektifler bunları ele geçirirse… İşte o zaman işin sonu kötü olur…” dedim.
Biraz daha düşündü ve şöyle söyledi: “Evet haklısın ikiz ama en azından annemiz ya da babamız… Onlar bilmeliler.”
“Ama nasıl, onlar cesedi göremiyorlar!” diyerek ona karşı çıktım. “İşte bunu o yüzden yanımda taşımaya karar verdim.” dedi.
Elindeki şey bir fotoğraf makinesiydi. “Harikasın ikiz!” dedim ve ona sarıldım. Kabul etmeliyim zekice bir fikirdi. Şimdi rahat rahat yüzebilirdik. Yoksa yüzemez miydik?
Belissa- *****
-
Mesaj Sayısı : 26
Puanlar : 28
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 12/07/10
Yaş : 27
Nerden : Ankara
Geri: ~26~ Bir dolap, bir manyak, iki genç kız...
daha öncede söyledim gibi harika
Rap_Kralichesi- Genelmoderatör
-
Mesaj Sayısı : 191
Puanlar : 230
Reputation : 4
Kayıt tarihi : 06/07/10
Yaş : 27
Nerden : Uzay'dan
Geri: ~26~ Bir dolap, bir manyak, iki genç kız...
Daha önce de söylediğim gibi saol. Burada da paylaşayım dedim.
Belissa- *****
-
Mesaj Sayısı : 26
Puanlar : 28
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 12/07/10
Yaş : 27
Nerden : Ankara
Geri: ~26~ Bir dolap, bir manyak, iki genç kız...
iyi yapmışşsın yazamadın mı daha yeni bölümü??
Rap_Kralichesi- Genelmoderatör
-
Mesaj Sayısı : 191
Puanlar : 230
Reputation : 4
Kayıt tarihi : 06/07/10
Yaş : 27
Nerden : Uzay'dan
Geri: ~26~ Bir dolap, bir manyak, iki genç kız...
Yazdım ama şimdi yola gidicez, tatil de böyle upuzun, 4-5 bölümlük bişiler koyarım. Meraktan çatlayın emi!
Belissa- *****
-
Mesaj Sayısı : 26
Puanlar : 28
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 12/07/10
Yaş : 27
Nerden : Ankara
Kızlar Forumu :: Hobiler :: Kitap
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Salı Tem. 14, 2015 9:46 pm tarafından AloneAngel
» Kuzenle aşk
Salı Tem. 14, 2015 9:41 pm tarafından AloneAngel
» iLk çıkma teklifi.
Salı Tem. 14, 2015 9:35 pm tarafından AloneAngel
» ünlü aşıklarımızz :)
Salı Tem. 14, 2015 7:51 pm tarafından AloneAngel
» 13 yaşında aşk yaşanabilir mi ?
Salı Tem. 14, 2015 5:53 pm tarafından AloneAngel
» En çok alışveriş yaptığınız yer?
Ptsi Şub. 23, 2015 12:39 pm tarafından dilara421
» Barışmak pahasına bir erkkden özür dilediniz mi?
Paz Eyl. 21, 2014 12:48 pm tarafından badgirll
» Kızlar Yardıma İhtiyacı Var.
Paz Tem. 20, 2014 3:26 pm tarafından robzem
» Diyetisyeninizden Kişiye Özel Diyet Listesi.
C.tesi Haz. 28, 2014 9:20 pm tarafından prolysus